KEMALİZM, HALKÇILIK VE SOL
- Kemalist Kıbrıs
- 19 Haz 2022
- 10 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 20 Haz 2022
YAZAN: Ali ERGENDEDEOĞLU (ODTÜ KKK ADT)
"Kemalizmin ideolojik temellerinin formülize edilmiş hali olan altı ilke güncelliğini koruduğunu gün be gün ispat etmektedir. Her ne kadar Türkiye, 20.yüzyılın Türkiye'si olmasa da, şu haliyle 21.yüzyılın Türkiye'si olmaktan da uzaktır."
Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en sancılı ekonomik krizlerinden birini yaşıyor. Enflasyon, işsizlik oranındaki dramatik artış, alım gücünün azalması ve benzeri unsurlar, zaten yapısal sorunları bulunan Türk ekonomisini kelimenin tam anlamıyla çökmüş durumda. Her ne kadar siyasi iktidar bu çöküşü kabul etmese de, Türkiye ilerleyen süreçte bu çöküşün etkilerini daha çok görecektir.
Bununla beraber, Türk ekonomisinin sorunlarına ve bu sorunların çözüm yollarına ilişkin bilimsel bir zemin üzerinde yapılmayacak her tartışma basit ve derinliksiz bir ağız dalaşından öteye gitmeyecektir. Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu sorunların temel sebebinin yapısal sorunlar mı yoksa iktidarın son beş yılda uyguladığı ekonomi politikalarıyla mı ilintili olduğu noktasında bir karara varılmadan, mevcut sorunu analiz etmeye çalışmak, bu sorun hakkında bir reçete kaleme almak, yalın bir ifadeyle bir hastayı yanlış bir tedaviyle tedavi etmeye çalışmaktan farksızdır.
Kemalizm, Halkçılık ve Sol kavramları olası bir çözümün
neresindedir?
Kemalizm:
Kemalizmin özelliklerine ilişkin yapılan türlü varsayımlar ve önermeler, Kemalizmi inceleyen kişi ve çevrelerin ideolojik yaklaşımlarına göre şekillenmiştir. Türkiye'deki Sol-
Liberallere göre, Kemalizm hegemonik bir düşünce anlayışıdır. Eklektik olmasının yanı sıra, kendi içinde bir determinizm (tutarlılıktan) yoksundur. Kemalizmin pragmatik hegemonyacı içeriği, ona bazı ideolojilere karşı meşruiyet alanı hakkı tanımasını sağlasa da günün sonunda Kemalizm, hegemon bir düşünce yapısı olarak, devlet
aygıtının "kurucu düşüncesi" sıfatını kullanarak, toplumu ve devleti düzenlemekte, Türkiye'deki farklı talepler, Kemalizm'in hegemonik anlayışının duvarlarına çarpmaktadırlar (Köker, 2019). Kemalizmin sağcı karakterine eklemlenmiş "radikal değişimcilik", esasında ilerici ve devrimci bir nitelik taşımamakta, tam tersine, otoriter bir devlet tasarısı içermektedir (Parla, 1992).
Bu noktada, özellikle Post-Kemalist dönem olarak tarif edilen 1980'ler sonrası süreçte, Kemalizm; Milli Mücadele döneminden, 12 Eylül 1980 darbesine hatta 2000'li yılların
başına kadar, Sol Liberallerin işlemekten ve hatta kritiğini yapmaktan en çok "haz ettiği" konu haline gelmiştir. Her ne kadar son yıllarda bu kesimde "Post-Post Kemalizm" kritikleri yayınlanmaya başlamışsa da, bu kritiklerin altında yine açık bir şekilde anti-Kemalist yaklaşımın izleri görülür. Sol- Liberalleri, "post-post Kemalizm" tartışması açmaya yönlendiren şey ise, belirli ölçülerde eksik şekilde kritiği yapılmış bir dönem hakkındaki eksik kritiği revize etme çabasından ziyade, Siyasal İslam'la Sol-Liberaller arasındaki ittifakın son yıllarda çöküşe geçmesiyle ilintilidir. Bu noktada Kemalizme oldukça karşıt olan kesimlerden özellikle birine odaklanarak, karşı argüman üretmek her ne kadar, Kemalist literatüre ciddi bir derinlik kazandırmasa da anlamlıdır ve değerlidir. Zira, özellikle son 20 yılda Post-Kemalizm kritikleri, akademik alanda ve düşün dünyasında ciddi bir hegemonya inşa etmişlerdir. Bu inşada da, Siyasal İslam'ın katkısı yadsınamayacak boyuttadır.
Kemalizmin tanımına daha detaylı ve daha net bir şekilde bakacak olursak, "Kemalist" kavramının ideolojik kimlik anlamını alması 1930'ları bulmuştur. Bundan önce 1920'lerde yani Milli Mücadele döneminde, Milli Mücadele yanlıları için işgal devletleri tarafından kullanılan "Kemalist" ifadesi, cumhuriyetin ilanından birkaç yıl sonra evrimleşerek, tarihi bir kavram olmaktan çıkmış ve bir ideolojik kimlik halini almıştır. Bu noktada bir parantez açmak gerekirse Türk düşün dünyasında zaman zaman Kemalizm'in bir ideoloji mi, doktrin mi yoksa tam anlamıyla pragmatik bir yaklaşım metodu mu olduğu tartışmaya açılmıştır. Bu noktada "ideoloji" kavramının kavramsallaştırılması noktasında farklı görüşler olduğunu belirtmek gerekir. Bununla beraber ideoloji kavramını tanımlamak istersek onu; siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel alanda öğreti ve düşünceler esasında dayanan, genellikle kendine içkin bir etik anlayışına sahip olan yine kendine içkin bir sistematiği de bulunan düşünce sistemleri olarak ifade edebiliriz. Her ne kadar McLellan (1995)'a göre ideolojiler sosyal bilimlerin bütünü içinde en kaygan zeminler olarak bazı kesimler tarafından kabul edilseler de, yahut da Heywood (2015)'a göre "ideoloji" kavramının birçok farklı ve birbirinden ayrık tanımı bulunsa da, "ideoloji" olarak ifade ettiğimiz düşünce sistemleri kendi karakteristik özelliklere sahiptirler. İdeolojileri birbirinden ayıran temel noktalardan biri ideolojilerin kendilerine içkin karakteristik özelliklerine göre değişime açık veya kapalı olabilmeleridir. "Refleksif karaktere sahip ideolojiler" olarak ifade edebileceğimiz ideolojiler kendi kritiklerinin yapılmasına imkan sağlaması sebebiyle değişim ve dönüşüme daha açıklarken, refleksif olmayan ideolojiler ise dogmalaşma eğilimi gösterirler. Bu noktada Kemalizmin toplumsal gereksinimleri karşılama noktasında, refleksif olmaya açık, kendini yenileyebilecek bir karakteristiğe sahip, canlı bir ideoloji olduğunu ifade etmek gerekir. Zira, Kemalizmin düşünsel kaynakları, ideolojik yapısı ve temel metodolojisi incelendiğinde değişen şartlara uyum sağlamaya müsait bir ideoloji olduğu açıkça görülür. Ancak yine kabul etmek gerekir ki; Kemalizmin doğduğu andan itibaren karşı-devrimci akımların ortaya çıkışı ve belirli kesimlerin Kemalizmin birincil ideologu olan Mustafa Kemal Atatürk'ü düşüncelerinden soyutlayarak onu sadece yalın bir tarihsel kişilik noktasına çekmeleri, Kemalizmin ideolojik karakterini, "arasız devrimler" yaklaşımını göz ardı etmeleri, kitleler nezdinde Kemalizm (Atatürkçülük olarak da ifade edilebilir)'i bir dogma olarak görme eğilimi yaratmıştır.
Dogmalar, değişen şartlara uyum sağlama eğilimi taşımazlar. Tam tersine dogmalar, doğdukları şartlar tarafından şekillendirildiklerini yadsıyarak, dünyanın değişkenliğini göz ardı ederek, doğdukları şartlarla mevcut şartlar arasındaki
farkları görmezden gelerek kendi doğrularını genel doğrular olarak kabul ettirmeye çalışırlar. Bu bağlamda kalıplaşmış yani dogmalaşmış ideolojiler günün birinde tarih sayfalarında yer almaya mahkum hale gelmektedirler (Kışlalı, 2007)
Ancak Kemalizzmin kalıplaşmış tarih anlatıları ve geçmişin hikayesi olarak görülmesindeki etkenlerden en büyüğü, karşı- devrimin saldırılarının da ötesinde kendisini "Kemalist yahut da "Atatürkçü" olarak ifade eden kesim ve çevrelerin hatta
"aydınların" Kemalizmi geliştirmek adına hiçbir çaba göstermemeleridir. Kemalizme ilişkin en ciddi çaba, yine 1960-1980 arası dönemde gerçekleştirilmiş, Kemalizmi
Sosyalizmle yahut da Sosyal Demokrasi ile özdeşleştirmeye çalışan aydınlarımız, Kemalizmin teorik mirasına katkı sunma konusunda saygıya değer bir çaba göstermişlerdir. Sol- Kemalist eğilimli bu aydınlarımızın ürettikleri ve söylemleri
belirli kritiklerinin yapılması gereği bulunsa dahi, Kemalizmin düşünsel anlamdaki zenginliğine zenginlik kattıklarını vurgulamak gerekir.
Ancak hem Kemalizmin ideolojik eğitimi noktasında, hatta Kemalizmin tam olarak ne olduğu konusunda toplumun genelinde bulunan kafa karışıklığı yahut da yanlış inançlar, Kemalizmin "yaşamayan, çağa uyum sağlayamamış salt bir tarih anlatısı" olarak ele alınmasına ortam hazırlamıştır. Bu noktada, kendilerinin de "Kemalist" olduğunu iddia eden, sağ eğilimli entellektüellerin payı olduğunu yani daha yalın bir
ifadeyle "Sağ-Kemalist"lerin payı olduğunu kabul etmek gerekir. Özellikle 12 Eylül 1980 darbesinden sonra gelişen süreçte "Atatürkçülük" veya "Kemalizm" adına "Sağ
Kemalistler" tarafından kaleme alınan birçok yapıt, Kemalizmin ideolojik derinliğini arttırmak, teorik ve pratik anlamda daha da güçlü hale getirmek şöyle dursun,
Kemalizmi belirli ezber kalıplarla ele alan, bilindik tarih anlatısını sürekli tekrar eden hatta zaman zaman, devrim şehitlerimizden Uğur Mumcu'nun "Kenanizm" diye iğneli bir dille ifade ettiği, Türk-İslam Sentezciliğinin önüne Atatürkçülüğü paravan yapmaya çalışan 12 Eylül zihniyetini överek, hem darbeye hem de bu zihniyete meşruiyet kazandırmaya çalışmışlardır.
Kemalizmin seçmeci ve pragmatik ve analitik yaklaşımını, basit bir "tarih anlatıcılığa" indirmenin, daha doğru şekilde ifade etmek gerekirse, dogmalaşmış anlatıları, Kemalizm olarak sunmanın sonuçlarını bugün açıkça yaşamaktayız.
Kemalizmi özünden uzaklaştırmaya yönelik, "Atatürk'e sempati, onun düşüncesi olan Kemalizme ise anti-pati beslediğini" iddia eden çevrelerin Atatürk'ün tarihi kişiliğiyle
düşüncelerini birbirinden ayırmaya çalıştığı bir dönemde, Kemalizmi yaşatmak, daha da yalın ve net bir ifadeyle; Kemalizmi yaşatmak için üretmek, düşünsel zenginliği
arttırmak için çalışmak mecburiyetindeyiz. Eğer, Kemalizm, Liberal sol kritiklerde "20.Yüzyılın atıl ideolojisi, Atatürk kültünün ve Türkiye'deki otoriter devlet aygıtının biricik
yaratıcısı" olarak ifade edildiğinde, bu iddialara karşı ciddimanada doyurucu bir cevap vermek istiyorsak, Kemalistlerin, yeni aydınlarla, yeni düşünsel ürünlerle düşün
dünyasında etkisini arttırması zaruridir. Hem söylemsel, hem düşünsel hem de akademik anlamda, Kemalistlerin, birer "aydın" olarak yetişmesinin zarureti ortaya çıkmaktadır.
Halkçılık:
Halkçılık ilkesini incelemek, yalın bir halkçılık tanımı yapmakla mümkün değildir. Bu ilkeyi incelemek için bu ilkenin cumhuriyet öncesi kökenlerinin detaylı bir analizini
yapmak gerekmektedir. Halkçılık ilkesinin kökenlerini irdelediğimizde bu ilkenin iki dış
kaynaktan beslendiğini ifade edebiliriz. Bu üç kaynaktan ikisi evrensel kaynaklardır: Fransız Solidarizmi ve Rus Narodnizmi (Atagenç,2021). Bunlardan hangisinin daha etkili olduğuna dair tartışmalar bulunsa da, Fransız Solidarizmi'nin ürettiği tenasütçülük (dayanışmacılık) anlayışının, Kemalist Halkçılık'ta önemli bir yeri olduğunu ifade etmemiz gerekir. Kemalizmin henüz hakim üretim ilişkilerinin kapitalist üretim ilişkileri
olmadığı bir dönemde doğması, bir din-tarım imparatorluğu olan Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışıyla doğan cumhuriyete feodal üretim ilişkilerinin miras kalmış olması, sanayileşmenin Osmanlı döneminde yakalanamaması, kapitalist sistemlere içkin olan sınıfların henüz vücuda gelmemiş olması, Kemalizmin, Fransız Solidarizmi kaynaklı ve Ziya Gökalp'in Türk literatürüne kazandırdığı "tenasütçülük (dayanışmacılık)" anlayışına ciddi sempati duyması ve benimsemesine sebep
olmuştur.
Cumhuriyet Halk Fırkası'nın 1931 tarihli programının "Sınıf Yok İş Bölümü Var" başlıklı 2.maddesinde;
"Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan mürekkep değil ve fakat ferdi ve içtimai hayat için iş bölümü itibariyle muhtelif mesai erbabına ayrılmış bir cami telakki etmek esas prensiplerimizdendir." ifadesi yer almaktadır. Maddenin devamında da, bu iş kolları; Küçük çiftçiler, Küçük sanayi erbabı ve esnaf, İşçiler, Serbest Meslek erbabı, sanayi erbabı, arazi ve iş sahipleri ve tüccarlar olarak sınıflandırımaktadır. Çalışma zümreleri olarak ifade edilen bu iş kolları, sınıf mücadelesi yerine düzen ve dayanışma içinde ahenkli bir çalışma esasını öngörmektedir. Bu iş kollarının çıkarları ise yine Kemalist Halkçılığa göre beceri ve çalışma derecelerine göre düzenlenmektedir.
Yine Cumhuriyet Halk Partisi'nin 1935 Programında da, sınıfsal çatışma yerine iş kolları arasında uzlaşı ve dayanışma vurgusu yapılır. Programın 4.maddesinin "Halkçılık" başlıklı C bendinde;
"(...)Kanun karşısında saltık bir eşitlik kabul eden ve hiçbir ferde, hiçbir aileye, hiçbir klasa (sınıfa), hiçbir cemaata ayrıcalık tanımayan yurttaşları halktan ve halkçı olarak kabul ederiz. Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı klaslardan karışıt değil, fakat ferdiğ ve sosyal hayat için, iş bölümü bakımında, yürlü hizmetlere ayrılmış bir sosyete (toplum) saymak esas prensiplerimizdendir; çiftçiler, küçük zanaat sahipleri, esnaf ve işçilerle, özgür ertik sahipleri, endüstieller (sanayiciler), tecimerler ve işyarlar Türk ulusal kuramının başlıca çalışma örgenleridir. Bunların her birinin çalışması, öbürünün ve kamunun hayatı ve genliği için bir zorağdır (zorunluluktur). Partimizin bu prensiple amaçladığı gaye, klas kavgaları (sınıf çatışmaları) yerine sosyal düzenlik ve dayanışma elde etmek ve asığlar arasında, birbirlerine karşıt olmayacak surette, uyum kurmaktır. Asığlar, kapasite ve çalışma derecesine göre olur."
Öte yandan 1870'lerde Rusya'da çıkan ve "Halka Doğru" hareketi olarak da anılan Nardoniklerin de Türk düşün dünyasında özellikle de Meşrutiyet döneminde Halkçı düşüncenin temellerin atılmasında oynadığı rol oldukça büyüktür. Haspolat (2011)'a göre, Rus Narodnizmi, Meşrutiyet döneminde üç tip halkçılık anlayışını yaratmıştır.
Bunlardan birincisi Ziya Gökalp'in benimsediği ve savunduğu halkçılık anlayışı, diğeri Halka Doğru Cemiyeti*nin benimsediği ve savunduğu halkçılık anlayışı sonuncusu da Yusuf Akçura'nın benimsediği ve savunduğu halkçılık anlayışıdır. Bu noktada Kemalizmin hem Gökalp, hem Akçura Halkçılığından beslendiğini ifade etmek mümkündür.
Mustafa Kemal'in Milli Mücadele'yi başlattığı bir dönemde kendi ifadesinde "cumhuriyeti yüreğinde milli bir sır gibi saklarken", kurmayı tasarladığı cumhuriyetin halkçı bir devlet olması noktasında ciddi bir kararlılığı olduğunu görüyoruz.
Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulduktan sonra yeni devletin -adı konmamış devletin- anayasasının hazırlanması sürecinde, 13 Eylül 1920 tarihinde meclis başkanlığına bir
beyanname verdi. Nutuk (Söylev)'de "Halkçılık Programı" olarak bahsettiği, bir anayasa taslağı sundu. Bu anayasa taslağında, ciddi bir halkçı devlet tasarısı öne çıkıyor, emperyalizm ve kapitalizm eleştirisi yer alıyordu.
"Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, hayat ve bağımsızlığını kurtarmayı tek kutsal maksadı ve amacı bildiği halkın emperyalizm ve kapitalizmin tahakküm ve zulmünden kurtararak irade ve egemenliğin gerçek sahibi kılmakla amacına ulaşacağı inancındadır."
Bu noktada Ankara Hükümeti'nin bir halk hükümeti olarak şekil aldığını, Türkiye Cumhuriyeti'nin "halk hükümeti" olarak kurulduğunu ifade etmek gerekir. Milli Mücadele'nin sona erişinden sonra oluşacak yeni siyasi iklime, yeni bir siyasi parti kurarak girmek isteyen Atatürk, kuracağı partinin Halkçılık ilkesi üzerine bina edileceğini ifade etmiştir.
Bu noktada halkçılık ilkesi ile CHP'nin daha sonra parti programına dahil edeceği devletçilik ilkesi arasındaki ilişkiyi irdelemenin de önemini kavramak gerekir. Cumhuriyetin ilanından sonraki süreçte Kemalistlerin benimsemiş olduğu
iktisadi kalkınma modeli, İsmet İnönü'nün 1930'da Sivas'ta yaptığı konuşmada da ifade ettiği üzere "Ilımlı Devletçilik"tir. Yani, devletin özel teşebbüsü tamamıyla saha dışına çıkarmamasıyla beraber, gerekli durum ve hallerde insiyatif alarak, teşebbüsü bizzat kendisin gerçekleştirmesi, bu teşebbüsü gerçekleştirirken de çoğu zaman kamu yararını göz önünde bulundurmasıdır.
Bu noktada, "halkçı devlet" yahut da "sosyal devlet", nasıl ifade edilirse edilsin, toplum yararını belirli zümre ve sınıfların çıkarlarından önce kabul eden bir anlayış, Kemalizmin kendi ideolojik yaklaşımının en önemli temellerini oluşturur. Türkiye'de erken cumhuriyet döneminin kalkınma tartışmalarına göz atmadan, Kemalistlerin iktisadi görüşleri hakkında fikir yürütmek ne kadar olanaksızsa, Kemalizmin halkçı devlet tasarısını incelemeden, Kemalistlerin, devlet ve toplum arasındaki ilişkiyi nasıl kurguladıklarını analiz etmek mümkün değildir.
Her ideolojinin toplum ve devlet aygıtı hakkında belirli görüş ve tasarıları mevcuttur. Kemalizm de bu görüş ve tasarılardan kendini soyutlamış değildir. Kemalizmin Halkçılık ve Devletçilik ilkesi arasındaki yakın ilişki, bir benzer noktalar kümesinden öte, paralel ve hatta birbirine sıkı sıkıya bağlı iki yaklaşımın arasındaki bağı ifade eder.
Sol:
Türkiye'de sol hakkında açık bir dille konuşmak gerekirse, Türkiye'de sol'u tanımlamak 'solcu olmak'tan daha zordur. Zira, Türk solu, hem geçirdiği değişim ve dönüşümlerle hem de değişen şartlar altında başkalaşma eğilimine girmiştir. Türk solu adı konmamış bir kriz içerisindedir. 1970'lerin dünyasında yükselişe geçen etnik siyaset'in sola yönelik en büyük zararı, solun hatta özellikle de sosyalizmin sınıfsal özelliklerini ciddi anlamda budaması olmuştur. Bunun üzerine 1991'de Sovyetler Birliği'nin yıkılması, Soğuk Savaş'ın sona ermesi, "tarihin son"larının yahut da "medeniyet savaşları"nın
ilanı gibi meseleler, solun özgüvenini kırmakla kalmamış, solu kendi değerlerine de yabancılaştırmıştır. 1970'lerin sonu ve 1980'lerin başında Sol karşısında ciddi zaferler kazanan Neo-liberalizm, kendi inşa ettiği hegemonyada solu absorbe etmeyi başarmış, "Yeni, radikal olmayan sol" söylemi altında Sosyal Demokratlar, Neo-Liberal sistemle uzlaşmışlardır. Bunu daha yalın ve daha açık bir yolla ifade etmek gerekirse,
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra İngiltere'deki İşçi Partisi ve Muhafazakar Parti'nin üzerine mutabık olduğu "Refah Devleti" anlayışının yarattığı hegemonya yerini Neo-liberal hegemonyaya bırakmıştır. Ancak 2008 Ekonomik Krizi de Neo-liberal hegemonyada büyük bir gedik açmış gözükmektedir. 2008'den sonra gelişen süreçte, krizden etkilenen ülkelerin ciddi devlet regülasyonlarına gitmelerinden, kemer-sıkma politikalarına kadar, korumacı ekonomi anlayışına geri dönüşten, Washington Konsensusunun öngördüğü yabancı dış yatırımı yüceleştiren,
ürün ve hizmetlerin dünya üzerinde serbest dolaşımını kesin bir şart olarak addeden, devleti olabildiğince minimalize etmeye yönelik anlayış ciddi bir yara aldı (Birdsall &
Fukuyama, 2011).
Bu noktada özellikle batı dünyasında yükselişe geçen Sağ- Popülizm, Neo-Liberal hegemonyanın dışladığı kesimleri, kendi çatısı altında birleştirmeye çalışıyor. Bunda da bir ölçüde başarı kazanmış durumda. Marksist sınıf sınıflandırmasına ilişkin (Proleterya-Burjuvazi dikotomisi) yerine iki sınıfa da aidiyeti olmayan "Prekarya" sınıfının doğup doğmadığı tartışılmaya başlandı (Standing, 2020)
Ancak, Türkiye'de kendisini "sol" da ifade eden kesimler bu tartışmaların neresinde? Bu sorulması kolay, cevaplanması ise pek de kolay olmayan bir sorudur. The Bank of International Settlements'dan 2015-2016 yılında emekli olan iki üst düzey yetkilinin "Devrim Gerekli" başlığıyla yayınladıkları ve özellikle de 2008 Ekonomik krizinden
bankerlerin olağandışı tutumlarını ve dünyadaki Merkez Bankalarının eksikliklerini sorumlu tutan momerandum (Boratav, 2021), Türkiye'de ne kadar ilgi ve merak uyandırdı?
Sol'u kendi değerlerinden soyutlamış, onu etnik siyasetin maskesi olarak kullanmaya çalışan kesimler, Türkiye'nin içinde bulunduğu krize dair hangi nitelikli çözüm önerisini
sunuyorlar?
Esasında Türkiye'de solun hatta doğru bir ifade ile "sol"da olarak ifade eden kesimlerin krizi buradadır. Post-Kemalizm eleştirileriyle, Siyasal İslam güzellemeleriyle gelinen nokta, derin bir ekonomik kriz, toplumsal ve siyasal istikrarsızlık hali olmuştur. Oysa, Türk solu; 1980 öncesinde dünyaya ve ülkesine daha farklı bakıyordu.
Cumhuriyet değerleriyle daha barışık, ulusal ve güçlü bir ekonominin inşasında daha kararlı, tam bağımsızlık çizgisinden yana ve devrimciydi. Bu noktada her
ne kadar, o dönemki sol siyasetin niteliğini salt anlamda Kemalizme ve Cumhuriyet değerlerine bakışla ölçmemek gerekse de, görülmektedir ki; Ahmet Taner Kışlalı'nın yıllar önce yaptığı saptama tekrardan sınanmış ve onaylanmıştır:
Kemalizmden uzaklaşan "sol" sağcılaşmış, sağa teslim olmuştur.
Oysa özellikle 12 Mart öncesi dönemde sosyal demokrat ve sosyalist kesimler, Kemalizmi despotik bir idare, hegemon bir baskıcı anlayış olarak değil, Milli Kurtuluşçuluğun bayrağı, anti-emperyalist ve devrimci bir anlayış olarak
ele alıyorlardı. 1960'ların ortalarında Türk Sosyalistlerini
ikiye bölen Milli Demokratik Devrim - Sosyalist Devrim (MDD-SD) ayrışmasında dahi, MDD'cilerle SD'cilerin ortak kanısı
Kemalist devrimin "burjuva demokratik devrimi" olduğunu, ilerici, devrimci ve anti-emperyalist bir karakter taşıdığı idi. Bu iki grubu ayrıştıran en önemli mesele Kemalist devrimin tamamlanıp tamamlanmadığı ve Sosyalist devrime ne zaman geçileceği konusundaki fikir ayrılıklarıydı. SD'cilere göre Kemalist devrim tamamlanmıştı, Sosyalist devrim sürecine geçilmeliydi. MDD'cilere göre ise Kemalist devrim henüz tamamlanmamıştı. Önce Kemalist devrim tamamlanmalı daha sonra Sosyalist Devrim'e adım atılmalıydı. O dönemin Sosyal-Demokrat ve Sosyalistleri (Sol-
Kemalistleri dışarıda tutarsak) Kemalizme belirli konularda eleştiriler getirseler de Kemalizmle, Halkçılıkla, Cumhuriyetin kurucu felsefe ve değerleriyle barışıklardı. Etnik siyaset, henüz ülkede yükselmemiş, "sol" değerlerinden bu ölçüde koparılmamıştı.
Sonuç Yerine:
Türkiye'nin bugünkü sorunları birkaç yıllık yanlış politikalar silsilesinin acı neticelerinden fazlasıdır. Türkiye, 1980'lerde "Devletçiliğin Reddiyesi"ni yaparak ve Neo-liberalizme kucak açarak, kendi var olan yapısal sorunlarına yenilerini eklemiş hatta bu sorunları
kangrenleştirmiştir. Kemalizmin ideolojik temellerinin formülize edilmiş hali olan altı ilke güncelliğini koruduğunu gün be gün ispat etmektedir. Her ne kadar Türkiye, 20.yüzyılın Türkiye'si olmasa da, şu haliyle 21.yüzyılın Türkiye'si olmaktan da uzaktır. Türkiye'de sol değerler aşındırılmış, "solculuk" ideolojik tutarlılıktan koparılmış, etnik siyaset "sol"la maskelenmeye çalışılmıştır.
Bu durumun tek gerçek çözümü, sol değerlerle barışık hatta bu değerleri içselleştirmiş, Kemalist karakterdeki bir ideolojik mücadele ile mümkündür. Bu mücadele de ideolojik olarak bilinçlenmek, üretmek ve düşünsel, söylemsel ve eylemsel tutarlılıkla sağlanabilir.
Kaynakça:
Heywood, A. (2021). Siyasi İdeolojiler. Ankara: Felix Kitap.
24.Baskı. Sf.24-25
Kemalizm Ansiklopedisi. İletişim Yayınları. (2019).
Kemalizm, Demokrasi Ve Laiklik - Ahmet Taner Kışlalı - İmge
Kitabevi - 3.Baskı - Sf.19
Haspolat,E. (2011). Meşrutiyetin Üç Halkçılığı ve Kemalist
Halkçılığa Etkileri. Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi
Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi S 47, Bahar 2011, s. 557-584
Şahinkaya, S.(2019). Cumhuriyet İktisadında Makas Değişimi.
Ankara: Telgrafhane Yayınları. 4.Baskı.
Atagenç, İ.Ö.(2021). Kemalizm: İdeoloji, Aydınlar ve İktisat.
Ankara: Türkiye Notları Yayınevi. 1.Baskı.
Tanyol, C.(1981). Atatürk ve Halkçılık. Ankara: Türkiye İş
Bankası Yayınları. 1.Baskı.
Cumhuriyet Halk Fırkası 1931 tarihli Fırka Programı
Cumhuriyet Halk Fırkası 1935 tarihli Parti Programı
Birdsall, N., & Fukuyama, F. (2011). The post-Washington
consensus: Development after the crisis. Foreign Affairs, 45-
53.
Boratav, K.(2021). Çöküş ve Sol Çıkış. İstanbul: Sol Kültür
Yayınları. 3.Baskı.
Şahin, A.(2019). Sol'un Büyük Yol Ayrımı: Kemalizm, Atatürk,
Türk Devrimi. İstanbul: Kaynak Yayınları. 1.Baskı.
Standing, G.(2020). Prekarya: Yeni Tehlikeli Sınıf. İstanbul:
İletişim Yayınları. 6.Baskı.
Комментарии