KIBRIS TÜRKLERİNİN MÜCADELESİ VE KKTC
- Kemalist Kıbrıs
- 4 Oca 2022
- 7 dakikada okunur
Yazan: Onur ÖYMEN (Emekli Diplomat)
Kıbrıs adası, Doğu Akdeniz’deki önemli stratejik konumu nedeniyle tarih boyunca birçok devletin topraklarına katmak için çalıştıkları bir yer olmuştur. Kıbrıs ilk defa Milattan Önce 1450 yılında Mısırlılar tarafından işgal edildi. Uzun yıllar Mısır egemenliğinde kalan Kıbrıs Milattan Önce 58 yılında Romalıların yönetimine girdi. 450 yıllık Roma Egemenliğinden sonra Bizans topraklarına katıldı. 1191 yılında Kıbrıs’ı fetheden İngiliz Kralı I. Richard adanın yönetimini, o tarihlerde Kudüs’te egemen olan Lüzinyan Hanedanına bıraktı. Kıbrıs 1489 yılında Venedikliler tarafından ele geçirildi. Osmanlı İmparatorluğu, 1571 tarihinde Adayı fethetti ve 1878 yılına kadar Osmanlı yönetiminde kaldı.
“Enerji kaynaklarının, üreten ve tüketen ülkeler arasında iş birliği sağlayabileceği, bu kaynakların yaratacağı zenginliğin paylaşımının ise çatışma riskini azaltıp, barışa hizmet edeceği” gibi görüşlere sıklıkla rastlanıyor.
Ancak bu iyi niyetli görüşler, Rum ve Yunan taraflarının; uluslararası hukuku hiçe sayan, hakkaniyetle bağdaşmayan uygulamaları nedeniyle, Doğu Akdeniz özelinde, geçerliliği olmayan görüşlerdir. Aksine, AB ve ABD’nin desteği ve bunun yarattığı şımarıklık ile Kıbrıs adasının birbaşına sahibi gibi davranmayı hak gören GKRY, adanın yeraltı kaynakları üzerinde, tek taraflı tasarrufunu sürdürüyor. Bugüne kadar keşfedilen kaynakları ise Kıbrıs sorununa yönelik tartışmalarda, pazarlık malzemesi olarak kullanmaktan çekinmiyor. Bu fiili durum da çözüme değil, çözümsüzlüğe neden oluyor. Zira Rum tarafı, “pazarlık yapması için bir neden olmadığını; mevcut durumun kendi lehine olduğunu” (haklı olarak!) değerlendiriyor.
Osmanlı döneminin ilk yıllarında Anadolu’dan Kıbrıs’a yaklaşık 30.000 kişi göçmen olarak gitti ve Adanın asli nüfusu haline geldi. Kıbrıslı Türklerin ataları işte bu Anadolu göçmenleridir. 1821 yılında Yunanistan’da Osmanlı İmparatorluğuna karşı başlatılan isyanda Yunan isyancılar, Kıbrıs Başpiskoposu aracılığıyla ada Rumlarından gönüllü, para ve silah sağladılar. Bazı dönemlerde Kıbrıs halkının çoğunluğunu Türkler oluşturuyordu. 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşından sonra imzalanan Berlin Antlaşmasıyla Osmanlılar Adayı, olası bir Rus tehdidine karşı destek vaat eden İngiltere’ye kiraladı. İngilizler Osmanlı Devleti’ne yılda 500.000 dolar kira ödeyeceklerdi.
Bu anlaşma İngiliz devlet adamları tarafından ele eleştirilmiştir. Başbakan Gladstone, bu antlaşmayı “milletlerin tarihinde örneği görülmemiş bir ikiyüzlülük örneği” olarak nitelendirmiştir. Dikkat edilmesi gereken nokta, Kıbrıs’ın, tarihin hiçbir döneminde Yunan toprağı olmadığıdır. Dolayısıyla Yunanistan’ın Adayı kendi topraklarına katma çabasının hiçbir tarihi dayanağı yoktur. Buna rağmen 19. yüzyılın başlarındaki Yunan bağımsızlık hareketinden itibaren bir yandan Yunanlılar, bir yandan da Kıbrıslı Rumlar Enosis (birleşme) sloganı altında adayı Yunanistan’a bağlama çabası içine girmişlerdir.
Bu arada Yahudilere bölgede bir yurt arayan Yahudi liderler Kıbrıs’ı gelecekte kurulacak Yahudi devletinin toprağı haline getirmişlerdir. Bu amaçla çalışan Theodor Herzl bu amaçla İngiltere’yle görüşmelerde bulunmuş ancak bu temaslardan sonuç çıkmamıştır.
İngiltere 1914 yılında, Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla beraber adayı topraklarına kattığını ilan etti. Kıbrıs 1960 tarihinde imzalanan Zürih ve Londra Antlaşmalarıyla Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’ın garantörlüğünde bağımsız bir cumhuriyet haline getirildi. Unutulmaması gereken nokta 300 yıldan daha uzun süre Adada yaşayan Türklerle Rumlar ortak bir millet oluşturmamışlar, yan yana yaşayan iki topluluk olma özelliğini korumuşlardır.
1911 yılında Rumların Enosis hedefiyle sarf ettikleri çabalara karşı Kıbrıs Türkleri Lefkoşa ve Lefke’de büyük mitingler düzenleyerek buna geçit vermeyeceklerini dünyaya ilan etmişlerdi. 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı başladığında Yunanistan’ı kendi yanlarında savaşa sokmaya zorlayan İngilizler buna karşılık Kıbrıs’ı Yunanistan’a verebileceklerini söylemişler ama sonuç alamamış, daha sonra da Kıbrıs’ı bir sömürge olarak egemenlikleri altında tutma siyasetini benimsemişlerdir.
1931 yılında Enosis yanlılarının İngiliz Valisinin konağını ateşe vermeleri üzerine bu amaca yönelik eylemler yasaklandı ve siyasi partiler kapatıldı.
1941 yılında İngiltere Kıbrıs’ta yerel seçimlerin yapılmasını kabul etti. Rumlar komünist eğilimli AKEL partisini Kıbrıslı Türkler da daha sonra KATAK adıyla “Kıbrıs Türk Kurumlar Birliğini” kurdular. 1950 yılında düzenlenen bir plebisitte Kıbrıslı Rumlarının çoğunluğu Adanın Yunanistan’la birleştirilmesi için oy kullandılar. İngilizler bu plebisiti geçersiz saydı. Yunan Hükümeti 1951 yılında Kıbrıs’ın Yunanistan’a verilmesi İngiltere’den resmen istedi. İngiltere bu talebi reddetti. Yunanistan 1954 yılında da Birleşmiş Milletlere başvurarak Enosis talebine destek istedi. Birleşmiş Genel Kurulu Yunanistan’ın bu talebini reddetti.
Yunanistan bir taraftan da terör yoluyla amacını gerçekleştirmeye çalışıyordu. 2 Temmuz 1952 tarihinde Makarios Atina’da General Grivas’la görüşerek Enosis’in silahla gerçekleştirilmesi konusunda görüş birliğine vardılar. 1953 yılında bu amaçla bir “İhtilal Konseyi” kuruldu. Yunanistan 1954 yılından itibaren Ada’ya silah göndermeye başladı. 1 Nisan 1955 tarihinde EOKA terör örgütü Kıbrıs’ta silahlı eylemlere başladı. Bu gelişmeler üzerine Türkiye de daha aktif bir politika izlemeye başladı. Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu. “Türkiye’nin Kıbrıs üzerinde en az Yunanistan kadar hakkı vardır” dedi.
Türkiye ile Yunanistan arasında Kıbrıs konusunda siyasi mücadele devam ederken İngiltere her şeyden önce, kendisine bölgede stratejik üstünlük sağlayan Kıbrıs’taki üslerini muhafaza etmeye önem veriyordu. Başbakan Mac Millan İngiltere’nin üsleri tartışmaya açmaya bile razı olmadığını açıkladı. Mac Millan bununla beraber Kıbrıs’ın Türkiye açısından taşıdığı stratejik öneminin farkındaydı. Mac Millan şöyle diyordu: “Az kişi Kıbrıs’ın gerek bizim gerek Türkiye için yaşamsal önem taşıdığının farkındadır. Gerçek şudur ki, Kıbrıs Adasını kim elinde bulundurursa bulundursun İskenderun Limanını ve Türkiye’nin arka kapısını kontrol altına alır” diyordu. Onsan sonraki yıllarda Yunanistan’ın Birleşmiş Milletler’de yaptığı girişimler sonuç vermedi.
Başbakan Adnan Menderes AP Ajansına verdiği mülakatta şöyle diyordu: “Ada’daki 120.000 kişilik nüfusumuzu yabancı ellere teslim edemeyiz. Ve nihayet 25 milyonun güvenliğinin tehlikeye düşmemesi gerekir. Bu nedenle Kıbrıs’ta ileri karakolumuzun bulunmasını zaruri görmekteyiz.”
O sırada General Grivas Türklere karşı eylem yapılması talimatını verdi. 100’den fazla bombalı eylem gerçekleştirildi. İngilizler bunun üzerine 1956 yılında EOKA’nın gerçek lideri olduğunu anladıkları Makarios’u Seyşel Adalarına sürgüne gönderdiler ve bir yıl sonra da Kıbrıs’ta olağanüstü durum ilan ettiler. Yunanistan izlediği politikalarla sonuç alamayacağını anlayınca Birleşmiş Milletler'de iki ülkenin Dışişleri bakanı Zorlu ve Averof’un yaptıkları görüşmede Kıbrıs’ın bağımsız bir devlet olması içim mutabakata varıldı.
İki ülke arasında, İngiltere’nin e katılımıyla yapılan Zürih ve Londra görüşmelerinden
sonra Antlaşmaya varıldı. Antlaşmanın esasları şöyleydi:
Bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurulacak, Bunun Cumhurbaşkanı Rum, Yardımcısı Türk olacaktı. Her ikisi de kendi toplumları tarafından seçilecekti. Bakanlar Kurulu 7 Rum ve 3 Türk Bakandan oluşacaktı. Başkan ve Yardımcısının Kanunlar, Meclis ve Bakanlar Kurulu kararları üzerinde ayrı ayrı veto hakkı olacaktı.
Meclis üyelerinin %70’i Rum ve %30’u Türk milletvekillerinden oluşacaktı.
Garanti ve İttifak Antlaşmaları anayasanın değişmez maddeleri arasında bulunacaktı.
Bu antlaşma hükümleri çiğnendiği takdirde Türkiye İngiltere ve Yunanistan’ın birlikte veya ayrı ayrı müdahale hakkı bulunacaktı.
İttifak antlaşmasına göre Yunanistan’ın Ada’da 950, Türkiye’nin 650 askeri bulunacaktı.
İngiltere’ye Adada egemen üsler verilecekti.
Bu antlaşma Makarios’u rahatsız etti. Kısa bir zaman sonra Antlaşmayı ortadan kaldıracak girişimlerde bulunmaya başladı. Bu çerçevede İçişleri Bakanı Yorgacis’le beraber 2 Mayıs 1962 tarihinde Akritas planı denilen ve Türklerin Ada’dan tasfiyesini öngören bir plan hazırladılar.
Bu plan Türkler toplumunun önemli bir bölümünün 48 saat içinde yok edilmesini, Türkiye’nin müdahalesinden önce Enosis’n gerçekleştirilmesini ön görüyordu.
Makarios 30 Kasım 1963 tarihinde köklü bir anayasa değişikliği önerisi hazırladı. Türklerin hiçbir zaman kabul edemeyeceği bu değişiklikleri hayata geçirmek üzere 21 Aralık 1963 tarihinde Türklere yönelik büyük bir saldırı başlattı. Sadece 24 Aralık günü Türkler Lefkoşa’da 24 şehit ve çok sayıda yaralı verdiler. Saldırılar Kıbrıs’ın diğer şehirlerinde de görüldü. 25 Şubat 1964’de Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu, Kıbrıs Helenizmin ve ulusumuzun anlamlı bir bölümüdür” diyordu.
İngiltere Kıbrıs konusunu Birleşmiş Milletlere götürdü. Güvenlik Konseyi 4 Mart 1964 tarihinde Kıbrıs’ta görev yapmak üzere bir barış gücü kurulmasını ve BM Genel Sekreteri’nin bir arabulucu tayin etmesi kararlaştırıldı. Ancak bu diplomatik gelişmeler Kıbrıslı Rumların saldırılarını sürdürmelerini engellemedi. Türk Hükümeti TBMM’de Kıbrıs’a müdahale etmek için yetki aldı. 4 Nisan 1964 tarihinde Makarios, Kıbrıs Antlaşmalarının en önemli maddesi olan İttifak Antlaşmasını feshettiğini açıkladı. Yunan hükümeti de bunu destekledi.
Türkiye Rumların bu saldırılarını durdurmak üzere bir askeri müdahale hazırlığı içindeydi. O sırada, 5 Haziran 1964 tarihinde Başkan Johnson Türkiye Başbakanı İsmet İnönü’ye bir mektup göndererek Türkiye’nin antlaşmalardan doğan müdahale hakkını kullanması ve bunun sonucunda Sovyetler Birliğininim ülkemize saldırması hainde NATO’nun Türkiye’yi koruma yükümlülüğünün geçerli olmaya bileceğini bildirdi.
NATO Antlaşmasına açıkça aykırı olan bu mektup Türkiye’de büyük tepkiyle karşılandı. İsmet Paşa Türkiye’ye böyle baskılar yapılırsa “Bu dünya yıkılır, yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de o dünyada yerini bulur” dedi. Bu mektup Türk-Amerikan ilişkileri üzerinde çok olumsuz ve kalıcı bir etki yarattı.
Bütün bu gelişmelerin Birleşmiş Milletlerde Yunanistan ve Kıbrıs Rumları aleyhinde güçlü bir tepki yaratması ve Makarios’a geri adım attırılarak Zürih ve Londra antlaşmalarının yeniden yürürlüğe sokulması sonucunu doğurması bekleniyordu. Ama öyle olmadı. Ada’da Türklerle Rumlar arasında BM Genel Sekreterinin gözetiminde yapılan görüşmelerden de hiçbir sonuç alınamadı. 1966 yılında EOKA terör örgütü lideri Yunanlı General Grivas 1966 yılında Adadaki bütün Yunan ve Rum kuvvetlerinin komutanlığına atandı. 21 Nisan 1967 tarihinde Yunanistan silahlı kuvvetlerinin bazı generalleri bir darbe yaparak yönetimi eline geçirdi. Yunanistan’dan gizlice adaya gönderilen askerlerin sayısı 12.000’e çıkartıldı. 15 Kasım 1967 tarihinde Yunan ve Rum askerleri Türklerin yoğun biçimde yaşadıkları Boğaziçi ve Geçitkale köylerine saldırdı. Bunun üzerine Türk hükümeti Meclis’ten Kıbrıs’a müdahale yetkisi aldı. Türk hükümeti Grivas ve 12.000 Yunan askeri geri çekilmediği takdirde Ada’ya müdahale edeceğini bildirdi. Yunanistan geri adım atarak antlaşmaların dışında gönderilen bütan askerlerin geri çekileceğini bildirdi.
1974 yılının ortalarında Kıbrıs’taki Yunan askerleri Makarios’a karşı bir kampanya başlattı. Atina’daki Cunta yönetimi Makarios’un Enosis’i gerçekleştirmede geç kalmasından rahatsızlık duyuyordu. EOKA Çetecilerinden Nikos Sampson’un öncülüğünde gerçekleştirilen bir darbe sonucunda Makarios iktidardan uzaklaştırıldı ve Ada’dan kaçmak zorunda kaldı. Kendi Cumhurbaşkanlığını ilan eden Nikos Sampson “Kıbrıs Elen Cumhuriyeti’ni” ilan etti. Bu Enosis’ten önceki son adımdı.
Türkiye Garanti Antlaşmasının 4. maddesine dayanarak İngiltere’yle birlikte Ada’ya müdahale etme girişimimde bulundu. Başbakan Ecevit Londra’ya giderek Başbakan Harold Wilson’la görüştü. İngiltere bu öneriyi kabul etmedi. Adaya müdahale yanlısı değildi. Başbakan Bülent Ecevit Türkiye’nin müdahalesine engel olmak için kendisini telefonla arayan Amerika’nın Dışişleri Bakanı Kissinger’e “On yıldan beri Kıbrıs’ta ABD’nin tavsiye ettiği politikaları uyguladık... Şimdi inisiyatifi almış bulunuyoruz” dedi. Türkiye 20 Temmuz 1974 tarihinde tek başına Adaya müdahale etti.
Yunan hükümeti 25 Temmuz günü istifa etti. Bu cuntanın sonu demekti. Paris’te sürgünde yaşayan eski Başbakan Konstantin Karamanlis Hükümeti kurmakla görevlendirildi. Türkiye’nin müdahalesi hem Kıbrıs’ta EOKA iktidarını hem de Yunan cuntasını sona erdirip demokrasi getirilmesini sağlamıştı. Cenevre görüşmelerinde Yunan ve Rum tarafının uzlaşmaz tutumu nedeniyle Türkiye 14 Ağustos 1974 tarihinde ikinci bir harekat yaparak Ada’nın Kuzeyinde kontrol ettiği alanı genişletti. Daha sonra Kuzeydeki Rumların Güneye, Güneydeki Türklerin de Kuzeye göç etmesi sağlanarak Ada fiilen iki bölgeli ve iki toplumlu bir yapıya kavuşturuldu. O tarihten beri taraflar arasında yapılan görüşmelerde uzlaşma sağlanamadı.
1974 yılından önce Kıbrıs Türk Toplumunun yönetimini üstlenen ve Fazıl Küçük’ten sonra Kıbrıs Türklerinin liderliğini üstlenerek büyük bir siyasi mücadelenin önderliğini yapan Rauf Denktaş’ın Başkanlığındaki Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi, Türkiye’nin müdahalesinden sonra Kıbrıs Türk Federe Devletine dönüştü. 1983 yılında da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurularak bağımsız bir devlet olduğunu dünyaya ilan etti.
Bütün bu gelişmelere rağmen uluslararası toplum Güney Kıbrıs Rum Yönetimini Adanın yegane meşru hükümeti olduğu iddiasını sürdürmeye devam etti. Özellikle İngiltere’nin Ada’nın Güneyindeki Ağrotur ve Dikelya’daki egemen üslerinin verdiği stratejik avantajı sürdürme hedefine öncülük verdiği, bu üslerden yararlanan Amerika’nın da İngiltere’yle birlikte hareket ettiği görülmektedir. Uluslararası toplumun verdiği destek sayesinde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Kıbrıs’ın, Türkiye ve Yunanistan’ın aynı zamanda üye olmadıkları bir uluslararası kuruluşa katılamayacağı yolunda Kıbrıs devletini kuran antlaşmaların açık hükümlerine rağmen Avrupa Birliğine üye yapıldı. Kıbrıs’taki üslerin sağladığı geniş elektronik istihbarat olanakları ile U-2’ler gibi istihbarat uçaklarına üs teşkil etmesinin İngiltere ve Amerika gibi ülkelerin şimdiye, kadar Kıbrıs konusunda izledikleri politikaları etkileyen unsurların başında geldiği anlaşılmaktadır.
Rum ve Yunan tarafının Adadan Türk askerlerinin çekilmesi ve garantörlük haklarının kaldırılmasını dayatmak istemesi nedeniyle Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin gözetimindeki görüşmeler çıkmaza girmiş bulunuyor. Crans Montana’da yapılan görüşmelerden sonra The Independent gazetesine bir makale yazan eski İngiliz Dışişleri Bakanı Jack Straw çözümsüzlüğün sorumlusunun Rum tarafı olduğunu söyleyerek çarenin dünyanın Ada’da iki ayrı devletin varlığını kabul etmesi olduğunu belirtti. Bütün bu gelişmelerden donra Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yegane çözümün iki ayrı devletin yan yana yaşaması olduğu tezini savunmaya başladı.
Comments