top of page
Ara

KURTULUŞTAN KURULUŞA

  • Yazarın fotoğrafı: Kemalist Kıbrıs
    Kemalist Kıbrıs
  • 27 Ağu 2022
  • 3 dakikada okunur

Yazan: Uluç GÜRKAN


"Atatürk, başka birçok ülkede birçok önderin, eğer varsa parlamentoyu kapatmak, yoksa kuruluşunu geciktirmek için yeterli neden sayacağı son derece ağır koşulları, parlamentonun açılmasını çabuklaştırmak için bir gerekçe saymıştır. "




1923 Türk Devrimi tarihin yeniden yazıldığı, kurtuluş ve kuruluşu içeren iki boyutlu bir süreçtir. Kurtuluş süreci, Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basmasıyla başlamıştır.


Nutuk’taki anlatımla, Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmış, parçalanıp işgal edilmiştir. Orduları dağıtılmış, silahları elinden alınmıştır.


Ülke harap ve bitiktir. Ulus savaş yorgunudur.


Yenilmez olarak ün salmış düşmana karşı umutlar tüketmiştir. Başta Halife Sultan, kimsede bağımsız yaşama iradesi kalmamıştır.


Bir tek Atatürk, ulusu ayaklandırmayı, işgalci devletlere karşı savaşmayı ve ülkenin bağımsızlığını kazanmayı amaçlamaktadır. Ancak yalnızdır.


Ordusuzdur, silahsızdır. Kurtuluş ateşini yaktığında, padişah fetvası ile idama mahkûm bir sakıncalı piyadedir. Atatürk, bütün bu olumsuz koşullara rağmen, Türkleri Balkanlardan sonra Anadolu’dan da kovmak isteyen dünyanın en güçlü devletlerini dize getirmiştir. Türkiye’yi ülkesi ve ulusu ile bağımsızlığına kavuşturmuştur.


Atatürk bu işi nasıl başarmıştır?


Bu sorunun yanıtı bizi Atatürk’ün ulusal iradeye olan inancına götürmektedir.

Atatürk Kurtuluş Savaşı’nı başlatırken, ulusal iradeyi demokratik bir süreç içinde harekete geçirmiştir. Önce Amasya tamimini yayınlamış, “milletin istiklalini

milletin azim ve kararının kurtaracağını” ilan etmiştir.


Ardından Erzurum ve Sivas Kongrelerini toplamıştır. Erzurum ve Sivas Kongrelerinin en çarpıcı özelliği, alınan kararların demokratik kurallara uygunluğu ve kurtuluş için

Türkiye halkının bireysel inisiyatifini demokratik yöntemlerle harekete geçirme çağrılarıdır.


Bu çağrılar, 23 Nisan 1920 günü TBMM’nin açılmasıyla

kurtuluş ve kuruluşun demokratik doğrultusunu belirlemiştir.


TBMM ve dayandığı ulusal irade bu yapısıyla, bir askerî zaferin eseri değildir; tam tersine, askerî zafer TBMM’nin eseridir. TBMM’nden önce ne bir devlet ne bir cumhuriyet ne de bir ordu vardır. Devleti de cumhuriyeti de orduyu da TBMM

kurmuştur.


Tarihte pek çok ülkede savaşlar, ayaklanmalar, şiddet eylemleri ya da siyasi bunalımlar, demokrasiyi askıya almak, parlamentoyu kapatmak ya da parlamentonun yetkilerini yürütme organına devretmek için gerekçe olarak

kullanılmıştır. Günümüz Türkiye’sinde de “beka sorunu” denilerek parlamenter düzenden vazgeçilmiştir. Kurtuluş Savaşı yıllarında ise bunun tam tersi olmuştur.


Atatürk, başka birçok ülkede birçok önderin, eğer varsa parlamentoyu kapatmak, yoksa kuruluşunu geciktirmek için yeterli neden sayacağı son derece ağır koşulları,

parlamentonun açılmasını çabuklaştırmak için bir gerekçe saymıştır.


Sanırız tarihte parlamenter sistemin, ulusal iradeye saygının

ve inancın bu kadar ileri ve içtenlikli bir örneği daha

gösterilemez.


***************


Devrimin kurtuluş süreci, emperyalizme karşı tarihteki ilk başkaldırı olması nedeniyle de benzersizdir. Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri mağlup devletlere bir tür esaret antlaşmaları imzalatmışlardır.


Almanya Versay, Bulgaristan Neuilly antlaşmalarıyla büyük toprak kayıplarına, ağır tazminat koşullarına ve askersizleşmeye boyun eğdirilmiştir. Avusturya Macaristan

İmparatorluğu da Saint Germain antlaşması ile aynı esaret koşullarıyla dörde bölünmüştür.


Osmanlı’ya imzalattırılan Sevr ile de ülke parçalanıp Türk ulusunun Ankara ve Kastamonu vilayetleri ile dolaylarında küçük bir bölgeye hapsedilmesi ve Anadolu’nun Hristiyanlaştırılması öngörülmüştür.


Ancak Türk ulusu esarete boyun eğmemiş, Atatürk’ün öncülüğünde direnerek Sevr’i tarihin çöp sepetine atmış, Lozan’da Anadolu’da kendi efendisi olacağını dünyaya kabul ettirmiştir.


Buna rağmen kimileri Lozan’ı başarı olarak içselleştirememektedir. Hatta “hezimet” olduğunu dahi söyleyebilmektedir.


Peki kimin başarısızlığı, kimin hezimeti? Yanıtı ünlü

İngiliz tarihçi Arnold Toynbee versin;


“Hemen hemen her konuda Türk ulusal istekleri, Lozan’da müttefikler tarafından kabul edilmiştir. Ve dünya tarihte eşi olmayan bir olayla karşılaşmıştır. Yenilmiş,

parçalanmış bir ulusun, bu harabe içinden ayağa kalkması ve dünyanın en büyük ulusları ile tam eşit koşullar içinde karşı karşıya gelmesi ve Büyük Savaşın galiplerini dize getirerek her isteğini kabul ettirmesi şaşılacak bir şeydi...”


Hindistan’ın efsanevi lideri Mahatma Gandi’ye göre, Türk ulusu bu başarısıyla dünyanın umut ışığı olmuştur:


“Türkiye Orduları bir devir kapatmıştır. Şimdi mazlum ve tutsak devletler ve uluslar artık vazgeçilmez bir reçeteye sahiptirler. Mustafa Kemal’in utkusu, dünya için özgürlük ve bağımsızlık sancağıdır.”


Almanlar bu anti-emperyalist başarı nedeniyle bizi kıskanmıştır. 3 Nisan 1922 günlü Suddeutsche Zeitung’tan okuyalım:


“Mustafa Kemal’in Anadolu’daki özgürlük için savaşı,

ödülünü aldı. Bunlar biz Almanların Türkleri kıskanmamız

gereken başarılarıdır.”


Kurtuluşun ardından Türkiye Cumhuriyetin ilanıyla başlayan kuruluş sürecinde, Osmanlı’nın 600 yıllık hukuk, siyaset, egemenlik kavramları ve kurumları terk edilmiş, yerlerine çağdaş ve demokratik bir anlayışın kavramları ile kurumları benimsenmiştir.


Siyasal egemenlik gökten yere indirilmiş, halife sultandan alınıp millete devredilmiştir. Toplum üzerinde bir sömürü ve baskı aracı olarak kullanılan hilafet ve saltanat gibi kimi doğaüstü güç kavramları ve kurumları yıkılmış, egemenliğin kaynağı ilahî olmaktan çıkarılarak dünyevi ve insanî bir temele oturtulmuştur.


Bu süreçte yeniden kurulan sadece devlet değildir. Ümmetin yerini millet almış, Osmanlı saltanat düzeninin kulları özgürleştirilerek kadını ve erkeğiyle eşit yurttaş kimliğine kazandırılmıştır.


Arnold Toynbee’nin anlatımıyla bu dönemde Atatürk, “Batı

dünyasındaki rönesans, reformasyon, düşünce ve bilim

ihtilali, Fransız inkılâbı ve sanayi devrimini bir insan

ömrüne sığdırmıştır...”


Alman tarihçi Prof. Herbert Melzig ve Fransız siyaset bilimci Gerard Tongas, Türkiye’nin kuruluş sürecinde böylece gerçekleştirdikleri, insanların kendilerine daha güzel bir

gelecek hazırlama yolunda yapabileceklerinin canlı bir örneğidir. Bu nedenle, denenmiş bir felsefe modeli olarak insanlığın hizmetine sunulmalıdır.


Bu bağlamda Türkiye'nin geleceği önümüzdeki binyılın ilk yüzyılının şekillenmesinde son derece önemli bir rol oynayacaktır.


Bölgemizdeki ve dünyadaki milyarlarca insanın geleceği, Türkiye’nin kendisini Atatürk’ün izinde laik ve demokratik bir ülke olarak yeniden ortaya koymasına ve dünya politikasında doğru rolünü eksiksiz oynamasına bağlıdır.


(*) Bu makale, Kemalist Kıbrıs Dergisi'nin 2.sayısı (Bahar 2022)'de 51-53.sf'larda yayınlanmıştır.

 
 
 

Commentaires


bottom of page